İnsanın yapısında var olan, değiştirilmesi çok zor olan bazı özellikler vardır. Bu özelliklerin bir tanesi de sürekli içinde bir umut taşımasıdır. Zaten yaşamına son veren insanların hayat öykülerine baktığımızda; bu kişilerin artık hayattan beklentilerini kestiklerin görmekteyiz. Bu dünyada yapabileceği her şeyin tükendiğini düşünerek, son çare olarak kabullendiği ölümü tercih etmektedirler. Evet,kendi tercihi olarak intiharı seçen her bir can toprağa düştüğünde, insanlar olarak: “Çok iyi çocuktu, hiç de belli etmezdi, neden kıydı canına acaba..” şeklinde klasik cümleler kurarız ve sonrasını takip eden birkaç gün ya da ayda bu olayı unutur gideriz. Bu artık toplumun kabul etmiş olduğu sıradan vakalardır.
Peki bir millet umudu kaybederse ne olur? Toplum olarak, artık yapabilecek bir şeyimizin kalmadığını düşündüğümüz gün ne olacak? Topluca intihar mı edeceğiz? Ya da işini batırmış bir esnaf edasıyla ülkenin kapısına kilit mi vuracağız? Nasıl ki bir insanın yaşama tutunmasını sağlayan en büyük güç ümit ise; aynı şekilde toplumun da dünya muvazenesinde hak ettiği noktaya gelmesinde bireylere inanç aşılayan en büyük güç de yine toplumsal ümittir, beklentidir. Toplum olarak her şeyimizi kaybedebiliriz; ama umudumuzu kaybetme lüksümüz asla olamaz. Çünkü umut, her şeyin bittiğini düşündüğümüz anda bile içimizde cılız da olsa bazı güzel şeylerin yeşermesine sebep olabilir. Ülkemizin başına her zaman kötü bir şey gelebilir. Tarih boyunca bu topraklar zaten sürekli, aralıksız huzur dolu olmadı. Çok büyük badireler atlattı. Saymaya kalksak sayfalar yetmez. Ama en önemli nokta şudur ki; bir şekilde bu tür olumsuz olaylar karşısında bazen geç de olsa toplumsal refleks ile bütün olayların üstesinden gelinmiştir. İşte karşımızda duruyor en büyük örnek olarak Kurtuluş Savaşı. Sonrasında yapılan demokrasi mücadeleleri. Bunlar hep “umut” dediğimiz o vazgeçilmez beklentilerimiz sayesinde olmuştur. Dünya savaşından yenik çıkmış bir devleti, paylaşmak için bir yandan dört taraftan saldıran bir güç varken; diğer yandan ekmek derdine düşmüş, özgürlüğü hayalinde bile yeşertemeyen bir Anadolu insanı. Sonrası herkesin malumu, müthiş bir özgürlük savaşı ve gelecek için içimizde büyüteceğimiz dağ gibi umutlar. Belki günümüzde, hem ülkemizin çevresinde olup bitenler, hem de ülke içinde bazı sorunlar nedeni ile toplum olarak bazen içinden çıkılmaz hallere düşüyor olabiliriz. Gelecek adına şüpheli düşüncelerimiz olabilir. Ama yazımın başında da belirttiğim gibi her şeyimizi kaybedelim ama umudumuzu asla kaybetmeyelim. Umut varsa; imkan da vardır.
Bir örnek: Hendek savaşında, Müslümanlar çok ağır koşullarda müşriklere karşı Medine’yi savunmaya çalışıyorlardı. Çok zor durumdaydılar. Erzakları bitmiş, dış dünya ile iletişimleri kesilmiş ve en kötüsü, kendi içindeki bazı Müslümanlar bile pes edip Hz. Peygamberi yalnız bırakmışlardı. Hatta samimi bazı Müslümanlar gelip, “Ey Allah’ın peygamber, ne olacak halimiz? Düşman savunmayı deldi delecek, her şey bitmek üzere..” şeklinde serzenişlerde bulundukları ifade edilmektedir. Ama her şey müşriklerin lehine görünmesine rağmen, bir gece kopan büyük fırtınadan sonra müşrik orduları yerle bir olmuş ve Medine kurtulmuştur. Bu bir menkıbe ya da hikaye değil. Tarih kitaplarında geçen genel geçer bir olaydır.
Hani ola ki, biz de toplum olarak belki bazı şeylerin bittiğini düşünebiliriz ama belki de Allah kader planında ülkemiz, milletimiz için çok ama çok güzel şeyler belirlemiştir. Tek yapılması gereken belki de toplumsal sabırdır. Birbirimizden umudu yitirmeyelim, birbirimize güvenelim. Çünkü toplumsal güven bizim içimizde yeşerecek olan toplumsal umudu besleyecektir. En azından bu ülkeyi, sürekli fedakarlık yapan hatta yeri geldiğinde toprağa düşen insanların emaneti olduğunu düşünerek sahiplenelim. Bunu yaptığımızda hiçbir şey kaybetmeyiz. En fazla çocuklarımıza güzel, yaşanılabilir bir ülke bırakmış oluruz.